19 Mayıs 2025

Gençler anlattı, biz dinledik: Üniversiteye dünyayı değiştirmek isteyen gider, iktidardan korkmayan, koltuğa değil; halka yaslanan akademi gerekli

Türkiye’de bugün ‘gençlerin bayramı’… Geleceksizlik endişesi, baskı ve demokratik hakkını kullandığı için tutukluluk ‘hediye edilen’ bir bayram bu. Hangi görüşten, sınıftan, hayat tercihinden yana olursa olsun hepsi umutlu bir geleceği hak ediyor

Memleketin durumuyla ilgili umudun azaldığı dönemlerde gençlere bakmak gerekiyor. Ben öyle yapıyorum. Bu yazıda size iki gençten bahsedeceğim ve anlattıklarından. Geçen cuma günü Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri ve Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) iş birliğiyle 'Değişim Arifesinde Üniversite Buluşması'na katıldım. Saygın akademisyenler konuşmacı idi. Her birinden notlar aldım. Harvard Üniversitesi’nden Cemal Kafadar’ın konuşmasının pek çok açıdan önemi vardı. Birincisi; tarih profesörü Kafadar, Trump’ın ABD’deki üniversitelere baskı yaptığı sürece yakından tanıklık ediyordu. Hem genel anlamda ABD’de hem bulunduğu üniversitesinde hem kişisel olarak baskıya uğramış, yönettiği Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Direktörlüğü  görevinden ‘Filistin’e destek konuşmaları yaptığı için’ uzaklaştırılmıştı. Sağ popülist otoriterlerin birbirinden öğrendiği ‘medyaya ve akademiye baskı’ konusu Trump ile beraber ABD’nin de sorunu olmuştu. Türkiye’de başta Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘kayyum rektör’ ve bilimsel özerkliğe karşı yapılan baskılara direnen akademisyenler ile 19 Mart sonrası demokratik haklarını kullanarak yaşananlara itiraz eden gençler dünyada yakından izleniyordu. Cemal Kafadar ‘bizim burada herkesin üstüne ölü toprağı serilmiş gibi İstanbul'da Türkiye'de ne biçim hareket ediyor öğrenciler?’ diye ABD akademisinde konuşulduğunu anlattı. Kafadar’ın konuşmasından bir bölümü aktarayım:

"Eskisi gibi olmayan alternatif dünyalar tahayyül edebiliriz. Ediyoruz da nitekim. İşte yine gençlerin yeni kuşakların son haftalarda ama sadece son haftalarda değil çeşitli örneklerle çeşitli yerlerde karşımıza çıkardığı gibi. Ve bu kez Amerika'da yeni şeyler duyar olduk. Ya bizim burada herkesin üstüne ölü toprağı serilmiş gibi İstanbul'da Türkiye'de ne biçim hareket ediyor öğrenciler? Değişik ve farklı bir perspektiften, değişik algılar, sesler değerlendirmeler. Nasıl düşünmemiz gerektiği konusundaysa altını çizmek istediklerim şunlar.

Bilimsel özerklik canlı ve iyi bir üniversite hayatının olmazsa olmazıdır. Burası malûm. Bu özerklik dediğimiz şey; her görüşün kendini ifade edebileceği düşünce hürriyetinden farklı bir şeydir. Akademi dünyasının kendine has yöntem ve ölçütleri, siyaset dünyası olsun, para dünyası olsun dışardan müdahalelere mahal vermeyecek ortamlar ister.

‘Mutlaka bilimsel ölçütlerle hareket etmeye çalış’ diyen akademisyenlerin o gelgitli kendi dünyalarının, o muhtariyet içinde o özerklik içinde serpilmesi mümkün ancak. Bunun da düşünce hürriyeti gibi çok önemli ve kutsal diğer kavramımızla karıştırılmaması gerekiyor.

Yaşadığım dönemin konuyla ilgili konularına dair tarihçi gözüyle bir iki söz söylemek istiyorum. Bireylerin yaşadığı azil, hapis, sürgün gibi felaketler bir yana, ki bunlar yeterince kötü. Türkiye'de bilim ve düşünce hayatına en çok zarar veren şey iktidarlar eliyle kurumların devamlılığının, özerkliğinin ve örfünün kendine has geleneklerinin baltalanması olmuştur. Değişik iktidarlar üniversitelerin kendi vizyonları ya da vizyonsuzlukları yönünde marangoz diliyle söyleyeyim; bir torna tesfiye ve işkence atölyesine çevirmişler ve çevirmekteler. Hangi siyasi cenahtan gelirse gelsin hangi saikle yapılırsa yapılsın gerek üniversitelerin özerkliklerinin ve kurumsal geleneklerinin tahrif ve tahşiş edilmesine gerekse tek tek bilim insanlarının bilimsel özgürlüklerinin nefretle hedef alınmasına ya da kısıtlanmasına karşı durmamız gerekir. Kenan Evren cuntasının ve sonrasının YÖK mağdurlarının olsun, başörtülü olduğu için üniversiteye alınmayan çocuklar olsun, imzacı meslektaşlar olsun, Şehir Üniversitesi olsun, Boğaziçi Üniversitesi olsun, İstanbul Üniversitesi olsun, Van Üniversitesi olsun yarın öbür gün şimdi korunan kollanan üniversitelerden biri olsun fark etmez. Üniversitelerin özerkliği konusunda ve kurumsal geleneklerinin korunması konusunda kesinlikle tavır almalıyız ve ona göre hareket etmeliyiz."

Cemal Kafadar’ın konuşmasında sık sık atıfta bulunduğu gençlerden, iki tanesi toplantıda konuşmacıydı. Biri lise öğrencisi Ece Su Sevil, diğeri üniversite öğrencisi Naz Şen’di.

Fotoğraf: Tuna Tugcu

Önce Ece Su Sevil’in konuşması. Çok net bir dille üniversite yolunda endişelerini, beklentilerini, zorlukları anlattı. Ama umuda dair cümleleri de ekleyerek. Şöyle konuştu:

"Liseliyim. Ama artık 'liseli' olmak yalnızca bir yaş aralığını değil; bir kuşağın yükünü, hayalini ve direncini taşıyor. Bugün burada, geleceğin üniversitelisi olarak değil sadece; bugünün mücadele eden genci olarak konuşuyorum.Çünkü liseliler artık yalnızca üniversitelere destek veren bir topluluk değil, üniversite mücadelesinin doğrudan öznesi. Bize yıllarca aynı hikâye anlatıldı:
'İyi bir üniversiteye girersen hayatın kurtulur.' 'Okursan başarırsın.'

Ama artık bu masalların sonunu kendi gözlerimizle görüyoruz.
Diplomanın değersizleştiği bir ülkede yaşıyoruz. İyi üniversitelerden mezun olanların dahi işsiz kaldığı, bölüm fark etmeksizin asgari ücrette çalışmanın zorunluluk haline geldiği bir tablo bu.
Üniversiteler bireyin kendini geliştirdiği yerler değil artık; piyasanın ihtiyaç duyduğu işgücünün üretildiği bantlar gibi çalışıyor.

Okumanın artık güvenli bir gelecek vaadi kalmadı. Çünkü sistem zaten seni hayal ettiğin yere değil, sistemin yarattığı yollara savuruyor.
Ve üniversiteler bugün bir özgürleşme değil, denetlenme alanına dönüşmüş durumda. Sorgulayan değil, biat eden öğrenci; özgür akademi değil, yandaş kadro; üniversite değil, siyasi şube gibi işleyen rektörlüklerle karşı karşıyayız.

Ama bu tablo sadece üniversitelerle sınırlı değil. Bugün liselerde de aynı zihniyetin başka bir formuyla karşı karşıyayız. Proje okullar eliyle liselere de kayyum zihniyeti indiriliyor. Tanımadığımız müdürler, tasfiye edilen öğretmenler, dağıtılan okul kültürleri…

Kendi okulumuzda bile söz hakkımız yok, çünkü iktidarın dayattığı modelde öğrenci sadece itaat eden bir figür. Ama biz buna razı değiliz. Sessiz kalmadık.

Çünkü biliyoruz ki üniversitelerdeki çürüme, liselerde başlıyor.
Ve bu çürümeye karşı birlikte direnmeden de birlikte başaramayız.

19 Mart’tan bu yana sokaklardayız. Üniversitelere atanan kayyumlara karşı, iptal edilen diplomalara karşı, akademik özgürlüğün gasp edilmesine karşı, gençliğin iradesinin yok sayılmasına karşı omuz omuzayız.

Liseliler artık yalnızca bir destek gücü değil; üniversiteyi savunan, direnen, hesap soran bir özne. Çünkü biz biliyoruz: Üniversite demek yalnızca diploma değil; aynı zamanda yaşam, fikir, irade, mücadele demek.

Ben, geleceğin üniversitelisi olarak yalnızca iyi bir eğitim beklemiyorum.
Ben, bir üniversitenin bana iş garantisi vermesini değil, bana dünyayı dönüştürecek fikri ve cesareti kazandırmasını istiyorum.
Bugün bu ülkede üniversiteye gitmek bir “imtiyaz” değil, bir zorunluluğa dönüştürüldü. Çünkü başka çaremiz kalmadı.
Ama biz bu zorunluluğu, bir özgürleşme hattına dönüştürmek istiyoruz.
Ben üniversiteden sadece meslek değil, bir fikirle çıkmak istiyorum.

Ezberle değil, sorgulamayla büyüyen bir zihinle. İktidardan korkmayan, koltuğa değil halka yaslanan bir akademiyle. Kampüslerin sermayeye, rektörlerin saraya, kulüplerin polis fişlemelerine değil; halka, sokağa açıldığı bir üniversiteyle. Bugün Türkiye’de üniversite demek, kayyum demek.
Üniversite demek, kadınların hedef gösterildiği, LGBTİ+’ların bastırıldığı, kulüplerin kapatıldığı, özerkliğin ayaklar altına alındığı yer demek.

Ama biz bu anlamı yıkmaya geliyoruz. Biz, üniversiteleri yeniden halkın, bilimin, özgürlüğün yuvası yapmaya geliyoruz. Ve bu yolda yalnız değiliz.
Bugün liselerde başlayan isyan, kampüs duvarlarını çoktan aştı. Biz, liselerde sadece bir 'sınav hazırlığı' değil, bir siyasal bilinç örüyoruz.
Bugün Boğaziçi’nde kayyuma ve pedofili şahsiyetlere karşı direnen irade, Türkiye’nin dört bir yanındaki liselerde yankılanıyor. Çünkü biz biliyoruz: Liseler üniversitelerin başlangıcıdır, aynasıdır, ön cephesidir.

Liseliler bugün yalnızca geleceğin üniversitelisi değil; bugünün muhalefetidir.
Benim beklentim, bana söz hakkı veren, beni susturmayan bir üniversitedir.

Bana 'geleceğini garanti altına al' diyen değil, 'geleceğini birlikte kur' diyen bir üniversitedir. Ben sadece bir meslek değil, bir yön arıyorum.
Ve o yön, iktidarın haritalarında değil; bizim kurduğumuz dayanışmalarda, forumlarda, grevlerde, direniş çadırlarında, duvar yazılarında, sloganlarımızda çiziliyor. Geleceğin üniversitelisi ne yapmalı?

Önce susmamalı. Sonra yalnız kalmamalı.
Ve en sonunda şunu hatırlamalı: Biz bu sistemi kabullenmeye değil, yıkmaya geliyoruz. Ve liseli bir öznenin şu anki önemi, geleceğin üniversitesine dönüşüp okulları yeniden yapılandıracak olmasıdır.

Geleceği kurmak için önce mevcut düzenin çürümüşlüğünü reddetmeliyiz. Çünkü başka bir üniversite mümkün. Ve biz o üniversiteyi sadece hayal etmiyoruz; bugünden inşa ediyoruz.Liseliler olarak, yalnızca girmek istediğimiz üniversiteleri değil; kurmak istediğimiz hayatı seçiyoruz.
Ve seçtik. Korkusuzluğu, birlikteliği ve özgürlüğü seçtik.

Bu düzenin kuramadığı geleceği biz kuracağız.
Çünkü biz bu ülkenin “geleceği” değil; bu ülkenin “şimdiki değiştireni”yiz.
Çünkü biz inanıyoruz: Bir gün bir tek çocuk bile üşümeyecek,
Bir tek genç umutsuzlukla bu ülkeyi terk etmeyecek. Ve bu ülke eşit, özgür, bağımsız bir memlekete dönüşecek.

O gün geldiğinde, bu tarihi yazan biz olacağız."

Fotoğraf: Tuna Tugcu

Ece Su Sevil konuşmasını bitirdiğinde salon alkıştan yıkılıyordu. Bir başka genç, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Naz Şen ise şunları anlattı:

"Salı günü kulüpler arası kurul onayından geçmemiş bir etkinlik yapıldı. Özellikle kadın ve çocuklara dair provokatif söylemleriyle siyasilerin bile gündemine oturmuş Nurettin Yıldız okulumuza geldi. Bu izinsiz etkinliği protesto eden 97 arkadaşımız gözaltına alındı ve 6 arkadaşımız tutuklandı. Atanmış kadroların etkisini en yoğun biçimde arkadaşlarımızı Çağlayan’dan, Silivri’den almaya giderken hissediyoruz.

Okul bileşenlerinin güvenliğini sağlamıyor, siyasi ajandanın parçası olarak kampüs içine TOMA ve polisi alıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi zaten 2021’den beri kapısındaki kelepçeyle, önündeki silahlı polislerle gündeme gelen bir okul. Aynı zamanda festivallerde çok sıkı tutulan ziyaretçi politikası da ekstremist gruplara işlemiyor anlaşılan. Politik, seçici bir geçirgenlik var. Radikaller kampüsümüz içine girip, yurtların önüne kadar gidip öğrencilere, özellikle kadın öğrencilere rahatça tehditler savurabiliyor ve okul öğrencilerinin karşılaştığı orantısız şiddetin onda biriyle bile karşılaşmadan çıkıp gidiyorlar. Atanmış kadrolara değinmişken 'paraşüt' kavramına değinmeden edemem. Paraşütler liyakat ve başarı kriterleri gözetilmeden yine siyasi ajandanın parçası ve fetih mentalitesiyle göreve başlayan akademisyenler.

Bir öğrencinin günlük hayatında en çok karşılaştığı atanmış kadro mensupları paraşütlerdir ve üniversitenin kültürünü, değerlerini hatta Boğaziçi gibi 'Türkiye’nin en iyisi' bir üniversitede akademik gereksinimleri bile karşılayamadıkları için öğrencilik hayatını gerçekten zorlaştıran unsurlar haline geliyorlar. Kamu üniversitelerinin iyi akademisyenlere alan açmaması da ticarethane mantığında ilerleyen ve eğitimde fırsat eşitsizliğini derinleştiren özel üniversiteler için piyasada boşluk yaratıyor. Kendisi de geçim derdinde olan akademisyenler özel üniversiteleri tercih etme durumunda kalıyor.

Üniversite öğrencileriyle hayat bulur, öğrenciler de üniversiteyle. En kalabalık bileşenlerden biri olan öğrencilerin izole edildiği bir kampüs anlam ifade etmez diye düşünüyorum. Ancak pratiklere odaklandıkça atanmış kadroların nihai amacı kampüsleri bizden arındırmak gibi görünüyor.

Kampüs içinde var olabileceğimiz alanlar sistematik bir şekilde elimizden alınıyor. Kendi üniversitemde, Boğazçi’nde bunun en önemli örnekleri bence kütüphanemiz ve kulüp odaları. Yurt krizi, kantin krizi gibi sorunlarımız da var ama hepimizin tüketmeden vakit geçirebildiği bu iki örnek üstünden gitmek istiyorum: Kütüphanemiz 2023 depreminden sonra dayanıksızlık sebebiyle boşaltıldı ancak yıkıma başlanmadı. bina atıl duruyor ve tüm öğrenciler midterm-final dönemlerinde eski kütüphaneden kalan tek bölüm, periodicals’ta sıkışık şekilde çalışıyor. kütüphane öğrencilerin bazen sadece ısınmak ya da dinlenmek için girdiği bir alan aynı zamanda.

Kütüphane örneğinde de görüldüğü gibi kampüste tüketim yapmadan vakit geçirebileceğimiz alanlar, özellikle soğuk havalarda, benim girdiğim 2022 yılından beri bile inanılmaz bir oranda azalmış durumda. Tüketim kısmını vurguluyorum çünkü geçim sıkıntısı gerçeği var. Türkiye’de kyk öğrenci bursu 3000 TL. Boğaziçi yemekhanesinde 1 ay 3 öğün yemek yemenin fiyatı 3300 TL. Bu çok distopik bir istatistik.

Sanırım sizi biraz üzdüm, yüzlerin düştüğünü görebiliyorum. Lise yıllarımda çok Edgar Allan Poe okumanın getirisi diyelim. Şunu söylemeden edemeyeceğim. Üniversiteye dünyayı değiştirmek isteyenler gider ve dünyayı değiştirmek isteyen birinin umutsuzluğa kapılma lüksü yoktur. Özgür, özerk, demokratik üniversiteler ulaşılamaz değil ve bu kazanımı elde edeceğimizi gerçekten tüm kalbimle düşünüyorum. Artık lisans hayatımın sonuna yaklaşıyorum ve üniversite benim için gerçekten öğrendiğim ve kendimi bulduğum bir yer oldu.

Üniversitede kariyerimize ve akademik hayatımıza inanılmaz katkıda bulunan birçok ders alsak, tecrübe kazansak da üniversite hayatının esas önceliği kitap-defter olmuyor hiçbir zaman. Üniversiteler, özellikle kamu üniversiteleri, sınıfsal eşitsizlik gerçeğinden bağımsız düşünülemeseler de birçok farklı kesimden genç, öğrenmeye hevesli insanın bir araya gelip etkileşim kurduğu alanlar.

Bu eşitlikçi, özgür, çoğulcu alanın varlığı üniversite öğrencilerinin kendilerini gerçekleştirmesine, toplumsal yaşamı ve kendi komünitesine hizmet etmeyi benimsemesine ve belki de en önemlisi toplumsal sorunlara karşı bilinçlenmesine öncü oluyor. Atanmış kadrolar boyunduruğundaki üniversite modeli kendi okulumuzda en başta güvende hissetmekten alıkoyuyor bizi. Dolayısıyla bahsettiğim yönlerde gelişimimiz sekteye uğruyor. Filistinli şair Marwan Makhoul’un dediği gibi, şiir yazabilmemiz için önce kuşları duymamız, kuşları duymamız için de önce savaş uçaklarının susması lazım.

Üniversite kültürünü tanımayan, fetih söylemlerinde bulunan bir idareyle karşı karşıya kaldık. Yandaşlar, sermayedarlar kampüslerimizde bizden daha özgür oldular. Biz üniversite öğrencileri olarak bu düzeni kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz

Üniversite siyasi tahakkümlerin, baskının, sansürün, iletişimsizliğin, tektipliğin, eşitsizliğin, otokratik kayyum zihniyetinin boyunduruğu altında kalmış bir kurum olmamalıdır. Öğrencilerin kampüste var olamadığı, temsilcilerin yok sayıldığı; kapalı kapıların, polislerin, disiplin soruşturmalarının, gözaltıların hatta tutuklamaların öğrenci iradesini bastırmaya çalıştığı bir üniversite modeli asla kabul edilemez. Üniversiteler bütün bileşenlerinin kolektif emeğiyle ve tarih boyunca bu emeğin yankılarıyla oluşmuş özgür kültürleriyle var olurlar. Özgür ve demokratik üniversite nosyonunun bir “idea” ya da hayal olarak ele almak istemedim çünkü biz Boğaziçi’nde aktif olarak çalışıyoruz. Bu üniversite modeli benim, temsilci arkadaşlarımın ve tüm öğrencilerin aktif şekilde hayata geçirmek için çalıştığı bir model. Bu hedefe tüm bileşenler olarak birlikte ulaşacağız."

Naz Şen’in eleştirileri, tespitleri, beklentileri ve hedefleri… Her biri ne kadar önemli ve içten tespitler. Türkiye’de bugün ‘gençlerin bayramı’… Geleceksizlik endişesi, baskı ve demokratik hakkını kullandığı için tutukluluk ‘hediye edilen’ bir bayram bu. Hangi görüşten, sınıftan, hayat tercihinden yana olursa olsun hepsi umutlu bir geleceği hak ediyor. Bu gençleri tanımama vesile olan, Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri; Mine Eder, Betül Tanbay, Fikret Adaman’a ve tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. 

 

OSZAR »

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Halk TV'de yorumculuk yaptı. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti "En İyi Köşe Yazısı" ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

OSZAR »
\n\n\n\n\n\n\n\n\n\n\n
\n

Murat Sabuncu kimdir? 

\n

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

\n

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

\n

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Halk TV'de yorumculuk yaptı. 

\n

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

\n

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

\n

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini \"Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi\" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti \"En İyi Köşe Yazısı\" ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

\n
\n

 

\n
OSZAR »
\n","articleSection":"Yazı","publisher":{"@type":"Organization","name":"T24","logo":{"@type":"ImageObject","url":"https://t24.com.tr/logo.png"},"sameAs":["https://www.facebook.com/T24comtr","https://www.instagram.com/t24comtr","https://twitter.com/t24comtr"],"url":"https://t24.com.tr","contactPoint":[{"@type":"ContactPoint","contactType":"customer service","email":"[email protected]","areaServed":"TR","url":"https://t24.com.tr"}]},"datePublished":"2025-05-19T00:00:00+03:00","url":"https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/gencler-anlatti-biz-dinledik-universiteye-dunyayi-degistirmek-isteyen-gider-iktidardan-korkmayan-koltuga-degil-halka-yaslanan-akademi-gerekli,49970","mainEntityOfPage":"https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/gencler-anlatti-biz-dinledik-universiteye-dunyayi-degistirmek-isteyen-gider-iktidardan-korkmayan-koltuga-degil-halka-yaslanan-akademi-gerekli,49970"}]

Yazarın Diğer Yazıları

Özgür Özel’e Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarını sordum: 31 Mart gecesi TRT birinci partiyi söyledi, delege söyledi, anketler ve meydanlar söylüyor, bana burada laf düşmez

Özgür Özel ’30 Haziran’daki davayla’ ilgili şunu söyledi: Bu davayı sonuç odaklı değil süreç odaklı bir dava olarak görüyorum. Partiyi tartıştırmak en büyük kazanımları. Bu yüzden akıllı olup partiyi tartıştırmamak lazım

Sabahında belediyelerine yine, yeni operasyon yapılan partinin otobüsünden miting izlenimleri: Özgür Özel 'tarihin kırılma noktasındayız' diyor

"Ya bir iftiraya, bir yalana, bir kumpasa bu milleti ikna edecekler ve iktidarlarını sürdürmek için elverişli bir zemin yaratacaklar. Ya da millet 31 Mart’ta verdiği kararın arkasında duracak, iktidar geri adım atacak"

Ekrem İmamoğlu: Erdoğan’ı bir daha aday olamadığı için değil seçimlerde yenerek emekli etmeyi isterim

"Erdoğan benimle yarışmak istemediği için hapisteyim, Erdoğan benimle yarışmaktan korktuğu için sorularınızı yüz yüze değil Silivri zindanından yazılı olarak cevaplıyorum. Erdoğan’la yarışmayı tabii ki isterim"

"
"
OSZAR »