Tiyatro Bereze yapımı ‘Martı Mıyım’ Anton Çehov’un klasik eserinden esinle Elif Temuçin’in yenilikçi ve cesur tercihleriyle alışıldık olanın dışına taşıyor. Hatta öylesine taşma ve taşırma üzerine kurulu bir anlatım var ki oyun sırasında ‘posssstmodeeeeernnn’ diye hem açıklamasını hem de açıklamanın yetersizliğiyle içinde olduğu mecrayı alaya alıyor. Dramatik yapıyı parçalayarak söylem merkezli (logosentrik) tiyatroyu sorguluyor ve bizatihi anlatı ve temsile dair icatlara soyunuyor.
Oyuncu kadrosunda her biri kendini defalarca ispatlayan çok samimi, mütevazi ve bir o kadar da profesyonel gerçekten tiyatro emekçisi starlar var ve bir bütün oluşturmayı kolaylıkla başarıyorlar. Sezin Akbaşoğulları, Sanem Öge, Tolga İskit, Nazlı Bulum ve Erkan Uyanıksoy sadece metne hizmet eden bir performanstan değil yapıyı sürekli bozan, aşan, yeniden kuran ve kendilerinin bu eylemlerini de yeren çok kaygan ve bıçak sırtı bir iş kotarıyorlar. Repliklerinin hakkını verirken bedenlerini tersinleyerek tezat anlamlar doğuran yapıyı taşımak hiç kolay olmasa gerek. Çünkü tek boyutlu bir mizahtan beslenmeyen bir yapı söz konusu ve bu yapı sık sık bir oyun hamuruna çevrilip çok oyuncaklı anlam taşırmalarıyla sürekli yeni boyutlar doğuruyor. Üstelik tüm bunlar çok basite indirgenerek iyice zorlaştırılıyor aslında. Bir örnekle açıklamak gerekirse dördüncü duvar oyun boyuncu aralıksız tuz buz edilerek yıkılırken tekrar tekrar inşa ediliyor ki artık bu eylemin kendisi dahi başlı başına bir kanal yaratıyor.
Oyuncular bu kanalı bazen araf, bazen esas bazen de tamamen oyunun içi ya da dışı şeklinde tanımlarken alışageldik temsil formüllerini çürüterek zarif, ironik ve güçlü bir söylem geliştiriyorlar. Bu başarılması zor fay hattı tiyatroyu şova çevirenler için ciddi bir kritik alanına dönüşüyor. Rolü canlandırmak, oynamak, adeta bir elbise giyer gibi karakteri hiç hissetmeden salt taşımak ve/ya abartıyla oynamayı oynayarak seyirciyi yanıltmak arasındaki incecik çizgilerin tonları farklı versiyonlarıyla vücut buluyor. Dolayısıyla ustalık gerektiren performanslar için söylenecek, düşünecek, tartışacak çok kıymetli sorular kolaycacık veriliyor. Böylece konu hem ‘Martı’yı malzeme ederek çok ötesine atlıyor, kontrollü sıçramalarla kendi oyununun seyircisine, karşıtına, yancısına ve belki fazlasına varıyor. Bu noktadan sonra Çehov’un Martı’sını bilip bilmemenin de pek bir önemi kalmıyor çünkü ‘hayal ile gerçek’, ‘yapmacık olan ile gerçek’, ‘alternatif gerçek ile yeni gerçek’ ve gerçekten eğer varsa ‘gerçek ile kurgu’ arasındaki benzerlikler ve tükenen ‘gerçeklik’lerden yeni bir metin yazılıyor.
Neo-dadaist yaklaşımla ile gündelik objelerle saygın ya da ulaşılmazın yan yana zıtlığından çok renkli ve eğlenceli bir dünya yaratılırken sonucun saçmalığının farkındalığına da ayrıca vurgu yapılıyor. Sahnedeki kostümün materyale dönüşmesi müthiş bir ironi yaratıyor. Estetik dışı, çok kontörlü, plastik dekor ve makyajın etkisi sanat ve gerçek yaşamın arasındaki boşluğu gülünç bir duruma düşürüyor. Öyle ki sahnede Çehov’dan esinle oynanan bir metinden sıklıkla yüksek sanatın hakikatle bağdaşmayan hatta çatışan doğasının anlamsızlığından anlamlı bir eleştiri geliştiriliyor. Kısacası; İlayda Saran’ın sahne ve kostüm tasarımlarındaki üstün mahareti metne hizmetle kalmıyor, kontrast nesnelerin absürt kullanımıyla yüksek sanat hegemonyasının saçmalığını afişe ediyor. Birbirinden uzak soyut ve somut ögelerden heterojen bir bütünlük ve tamlık yaratmak imkansızlığı, dekor ve kostümün göz kamaştırıcı icatlarıyla imkan kazanıyor.
Sonuçta başka bir evreni tüm bileşenleriyle mümkün kılan, ‘ya seyirci anlamazsa, sevmezse’ riskini cesaretle yüklenen tüm ekip büyük bir alkışı hak ediyor. Ezberden, klişeden, garantiden değil denemekten, yenilikten ve her ihtimale karşı üretmek direncinden yana olan herkese ilham oldukları için çok teşekkürler MARTILAR.
FARUK EKİCİ'NİN SÖYLEŞİSİ | Bu çağın kafa karışıklığına 19. yüzyıldan derinlikli bir bakış: Martı mıyım?