İktidara ısınma süreci içinde Tayyip Erdoğan’ın izleyicilerine kültürel hegemonya üstüne söyledikleri hepimizin aklındadır. Kısa süre içinde ülkede kayda değer bir egemenlik kurduklarını, ama “kültürel hegemonya”yı henüz ele geçiremediklerini söylüyordu. Söylemiş olmasa bile bunun onun gözünde önemli bir hedef olduğunu tahmin edebilirdik. Tayyip Erdoğan Türkiye’yi genel olarak “Kemalizm” diye adlandırdığımız dönemden hiç geçmemiş bir toplum yapmak misyonuna inanmış ve kendisinin de bu kutsal görevi yerine getirmek üzere seçilmiş bir siyasi önder olduğundan şüphesi olmayan kişi olarak görüyor. Kemalizm’in (ve böyle bir ayrım yapılabilirse) ve onu izleyen İnönü döneminin İslam’a ihanet olduğunu düşünüyor. Böyle köklü bir toplumsal dönüşümü hedefliyorsa kültürel düzeyi baştan sona değiştirmesi gerektiğini elbette kafasına koyacaktır. Nitekim bütün davranışları bunun böyle olduğunu gösteriyor.
“Kültür” denince, bu çağın önemli “kültür yayan” araçlarından biri, önemli ve etkili biri, televizyon. Dolayısıyla, “Reis”ten emir çıkınca, hareketin televizyon aleminde çalışan militanlarının bunun kendilerine verilmiş bir misyon olduğunu düşünmeleri ve ona göre bu kutsal görevi üstlenmeleri çok normaldir. Reis “Yapın” diyor, nasıl yapılacağını söylemiyor. İşin orasını bu mesleğin erbabına bırakmış. Ama tabii süreç ilerlerken birtakım jestlerle neyi onayladığını, neyi niçin uygun bulmadığını işaret edecektir. Nihai hedef bellidir: "Müslüman Türkiye"nin üstünlüğünü göstermek.
Burada, “yaratıcı”, kendi kafasında kurduğu “haşmet” ve “yüceliği”, Batılılaşma felaketine uğramamış Osmanlılık çerçevesinde ortaya koyacak.
Ben televizyon dizilerinin tiryakisi değilim. Hele bu tip bir ideolojiyi benimseyen yayınlara hiç sempatim yok. Ama sempatisi ya da çeşitli nedenlerle ilgisi olan kişi çok. Dolayısıyla çok konuşuluyor diziler. Bir dönem yayımlanan bir dizide Sultan Abdülhamid’in Britanya Sefiri’ne bir tokat attığını duymuştuk! Bu televizyon dizisi yayımlanana kadar böyle bir olaydan haberimiz olmamıştı.
Ama buyurun size “haşmet” ve “yücelik!” Nerede olmuş bu olay? Diziyi çeken “sanatçı”nın zihninde… Belli ki bu “sanatçı”nın Batı dünyası karşısında belirli kompleksleri var ya da bunların parçası olduğu toplumda olduğuna inanarak terapi uyguluyor. “Elçiye tokat…” Hem de öyle Lüksemburg Elçisi falan değil, koskoca Britanya Elçisi!
İnsan düşünüyor: Bu “yaratıcı-sanatçı” Tayyip Erdoğan’ın Abdülhamid’e özel bir sempatisi olduğunu düşünüyor olabilir mi? Böyle karma bir “Müslüman önder” mi yaratıyor? Neyse, spekülasyon bunlar.
Şu sıralar gene birkaç “şanlı atalarımız” dizisi televizyonda boy göstermekte. Biri, Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethi üstüne. Arada bir rastlarsam bakıyorum. İngiliz’e tokattan geri kalmayan olay örgüleri kurulmuş. Her şey var içinde, İstanbul’un fethinin gerçek hikayesi dışında. Ama geçen gün beni tam afallatan bir olayla karşılaştım: Fatih Mehmet kenti fethettikten sonra İmparator Konstantinos’u düelloya davet etti ve öldürdü.
Konstantin’in Edirnekapı civarında savaşırken öldüğüne inanılır ancak cesedi bulunmamıştır.
Bu dizideki uzatılmış -zevksiz- sahnelerin tarihi gerçeklikle en ufak ilgisi yoktur. Bir senarist ya da yönetmen tarih denen şeyle bu ölçüde oyun oynamayı niçin ve nasıl kendine hak görür? Tayyip Erdoğan’ın “kültür” adamları kültürel hegemonyayı ele geçirmekten söz edilince, anlaşılan, yalan söylemek gibi bir şey anlıyorlar. Doğrusu bravo! Ele geçirdiğiniz hegemonya kutlu olsun.
Bu İslamcı kesim Fatih Mehmet’e pek düşkündür. Bunda Peygamber’in bu kenti fethedecek komuta hakkında söylediği sözlerin payı olabilir. Fatih Mehmet bu fetihle Osmanlı’yı bir “imparatorluk” mertebesine yükseltmiştir. Ama bunun dışında da başarılı bir padişahtır. Aslında, din ideolojisiyle davranan kesimin hiç sempati duymaması gereken padişah da odur.
Belki annesinin Rum olmasının etkisi var, Yunan kültürüne saygı duyuyordu. Gennadios Skholarius’u bulup Osmanlı yönetiminde ilk Ortodoks Patrik olarak tayin etti (GennadiosAma Bizans’ta Müslümanlar’ı “ehven-i şer” gören kesimdendi).
Hıristiyan olmak Roma İmparatoru olarak kabul görmesini kolaylaştırabilirdi. Ancak bir süre sonra bu fikirle oynamaktan vazgeçtiğini görüyoruz, çünkü Gennadios’un yazdıklarını rafa kaldırıyor. Öte yandan “Roma” fikrinden vazgeçmiş değil çünkü Gedik Ahmet Paşa komutasında Otranto’ya asker çıkarması İtalya’da gözü olduğunu gösteriyor. Bundan kısa süre sonra, beklenmedik bir şekilde ölüyor. Ama Hıristiyanlık flörtü Fatih’in hayatında ilginç bir episod. Herhalde İslam’la yakaladığı “gaza ruhu”nu kaybetmeyi göze alamadı.
Gazali-İbn Rüşd tartışmasına ilgi duymuş, ulemadan görüş istemiştir. Görüş Gazali’den yana çıkınca bunu da ilan etmemiş ve genel gidişi durdurmamıştır.
Benzer bir hükmü yürürlüğe koymanın Kanuni Süleyman’a kaldığına inanılır. Kültürel hegemonya tarihi yalan yanlış fikirlerle yeniden yazmak demek değildir. Ancak AKP iktidarı bizi hayatın her alanında gerçek olmayan bir dünyada yaşatmaya kararlı. Bu “gerçek olmayan” dünyanın olgularını bize Reis söyleyecek ve biz bunlara inanacağız. Böylece kültürel hegemonyayı İslam kazanmış olacak.
Haydi hayırlısı.