Biliyorsunuz gazetecilik birilerine yakın olmak, ‘yarınları garantilemek’ adına yazı yazmak, görüş bildirmek anlamına gelmiyor aslında.
Türkiye’de maalesef işler -her alanda olduğu gibi- epeydir hak ettiği tanımdan çok uzakta bir yerlerde ilerliyor.
Her tarafın kendi sesi var evet.
Hatta bu devirde bir tarafın sesi olmaya soyunmayanı bulmak çok zor. Bu sebeple de bizim gibiler için bazen konular üzerinde netleşmek zaman alıyor.
Her kanat kendi yayın aygıtlarından tek taraflı bir enformasyon mücadelesi verirken biz olan biteni anlamak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalıyoruz.
Temiz bilgiye ulaşmak dünyanın en büyük hak ve özgürlüklerinden biridir, özgürlüklerin olmadığı bir ülkede bulunması da oldukça güçtür.
Biz, yani gündemi yorumlama işini de icra eden gazeteciler için resimden uzaklaşıp bakabiliyor olmak önemlidir…
Resimlerden tamamen uzaklaşabilmek için de bir tarafla bağ kurmamış olmak gerekir. Şimdi diyebilirsiniz ki “bir yaşam mücadelesi veriyoruz, bu aşamada hepimiz bir olmalıyız. Net ve açık taraf olmalıyız. İsimleri, kişileri sahiplenmeliyiz…” Kendinize göre haklı olabilirsiniz, şiddetle itiraz da edemem bu görüşe ama gazetecilik öyle bir meslek değildir.
Bakın mesele aslında çok net, Türkiye’de çok uzun yıllar ‘kontrollü muhalefet’ aldatmacası altında yaşadık.
Bu esnada da rejim değişti.
Bizi resmen oyaladılar.
Hayatlarımızdan yılları, gelecek nesillerin de istikbalini çaldılar ve özgürlük çemberimizi el birliğiyle daralttılar.
Kimse bana “AKP bu işte yalnızdı” iddiasını savunamaz!
Muhalefet ‘kontrol’den çıktığı anda da zaten yaşananlar gözlerimizin önünde cereyan etti, etmeye de devam ediyor.
Ülkede gerçekten muhalefet yapan bir siyasetçiyseniz veya partiyseniz size yaşam hakkı tanınmayacağı gerçeğini açık etmek zorunda kaldılar.
Rejimin değişmesi ve bunun çok da göze sokulmadan, usul usul gerçekleşmesinin sağlanabilmesinde o ‘kontrollü muhalifler’ büyük rol oynadı.
Ve gün geldi bu kontrollü muhalifler genel başkan düzeyinde kişiler de oldular!
Kimse kusura bakmasın ama CHP özelinde hikâye Deniz Baykal’la başladı, ardından Kemal Kılıçdaroğlu’yla devam etti.
Evet, açık konuşalım; yıllarca kandırıldık!
Peki neden o günlerde buna uyanamadık veya uyananların sesini duyamadık.
Çünkü işte başta anlattığımız eşit mesafe dengesini kuramayan, çıkarlar, yarınlar ve olası iktidara yakın olma hesapları ile meslek icra eden ‘meslektaşlarımız’ o günlerde de görevleri başındaydı!
Bu şüpheleri tartışmaya açan azınlık ya duyulmadı ya da yok sayıldı.
Ve yıllarımızı çalan o CHP şimdi ilk defa muhalif bir siyaset yapıyor.
O arkadaşlar ise hep hep ‘sunulan’ birini kurtarıcı ilan ettiler, aynı şeyleri söylediler, şimdi de söylemeye devam ediyorlar!
Oysa CHP ilk defa yıllarımızı çalanları ekarte edip aktif siyaset yapabileceklerle, gözle görünür bir şekilde yürüyor.
Hem siyaset üretiyor hem muhalefet ediyor hem de iktidar olma iddiasını ortaya koyuyor.
CHP ilk defa gerçekten üretiyor.
Ve ilk defa bunu yaptığı için de kurultay seçimini iptal etmek istiyorlar. Oraya söz dinleyen, kolay uzlaşılan bir ‘kontrollü muhalif’ yerleştirmek istiyorlar.
İmamoğlu’nu ve ekibini asla istemiyorlar.
Bütün yaşadığımız bu sınır tanımayan saçmalığın, dayatılan deli gömleğinin tek sebebi, muhalefetin kontrolünü elden kaçırmış olmaları!
Nasıl gazeteciler gazetecilik yaptıkları için tutuklandılarsa…
Avukatlar avukatlık yaptıkları için tutuklandılarsa…
Ekrem İmamoğlu da siyaset yaptığı için tutuklandı.
Ve siyaset yapma tarzı da Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği yola çok yakındı.
Kullandığı enstrümanlar tanıdıktı.
Belki de hazmedilememesinin başlıca sebeplerinden biri de bu.
Sonuçta, CHP İmamoğlu kararlılığından geri adım atmadığı sürece bu ‘savaş’ sürecek!
Biz de tarihe, olanları gerçekten olduğu netlikle yazma görevimizi icra etmek için çabalayacağız.
Yarın dönüp bakınca kimseye yanlış, aldatmacalı bir yön vermemiş olmakla gururlanacağız.
Bugünler de muhakkak geçecek.
Bizler de mesleğimiz adına buradan da tertemiz çıkmaya bakacağız!