Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, anayasa değişikliği için kurduğu 10 kişilik komisyona başkanlık edeceğini ve çalışmaları bizzat yönetip, yönlendireceğini okuduğumda “eyvah” dedim.
Anayasa hukukçuluğu da ekonomistliği gibiyse, ‘yandı gülüm keten helva’ diye hayıflandım.
Kendisini iktisatçı zannedip, ekonomi teorileri icat etmesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Ekonomi neredeyse durdu, işsizlik artıyor, enflasyon büyük kitleleri eziyor.
Türkiye gazetesinin haberine göre Cumhurbaşkanı’nın katılmadığı toplantılarda da süreç “ekip halinde istişareli” yürütülecekmiş.
Bu cümleden şunu mu anlamalıyım, bilemedim: Cumhurbaşkanı’nın katıldığı toplantılarda “ekip halinde istişare” yapılmayacak.
Bana da mantıklı göründü; kim cesaret edip de Cumhurbaşkanı’nın sözünün üzerine söz söyleyebilir ki?
AKP’nin yeni anayasa değişikliği önerisinin, bundan önce TBMM’ye de sundukları değişiklik tekliflerinin yeni bir versiyonu olabileceğini söyleyebilirim.
AKP tarafından hazırlanıp, komisyona sunulan anayasa taslağında “egemenliğin kullanımı konusu” sorunlu görünüyor.
Taha Akyol, “Atatürk'ün Anayasası – Tek Partiden Cumhurbaşkanlığı Sistemine 100 Yıl” isimli kitabında bu konunun altını çizmişti.
Egemenliğin kayıtsız ve şartsız olarak Türk milletine ait olduğunu hep tekrarlıyorlar ama Türk milletine o kadar da güvenmediklerini biliyoruz.
Buna ben “milletin başını boş bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya” sistemi diyorum ki Türk milletinin başına bir vasi tayin etmeden işlerin yürümeyeceğine olan inanç da diyebiliriz.
Büyüklerimizin izin vermediği kitapları okuyamaz, filmleri seyredemezsiniz mesela. Allah korusun Netflix’te bir film seyredenin ertesi sabah koşarak LGBTİQ+ olacağına bile inanıyorlar.
AKP’nin günlük hayatta izlediği yol da kendisini “milletin vasisi” gördüğünü gösteriyor. Çocuk doğurmaktan tutun da hangi Kur’an mealini okuyabileceğinize kadar her şeye bu vasi karar vermek istiyor.
Şimdilerde de kimi seçmenizin daha doğru olacağı ile ilgili yardımlarını esirgemiyorlar.
Bu konuyu önemsiyorum çünkü vesayet rejimini yürütenin asker üniformalı mı, takım elbiseli mi, takunyalı mı, spor ayakkabılı mı olduğunun bir önemi yoktur.
Vesayet vesayettir ve Ekrem İmamoğlu olayında da bunu bir kez daha yaşadık.
Anayasa’ya göre Türk milleti, egemenlik haklarını kullanması için Anayasa ile bazı organları yetkili kılıyor.
Vasi tayin etmiyor, vekalet veriyor.
Bunlardan biri TBMM. Yasama yetkisi bu organa ait. Milletvekillerini seçiyoruz, onlar da bizim adımıza bu yetkiyi kullanıyorlar diye varsayıyoruz.
Sistemin garabetinden kaynaklanan nedenlerle bu yetkiyi TBMM değil, Meclis çoğunluğu kimin ağzına bakıyorsa o kullanıyor.
Bugün için o ağız, Recep Tayyip Erdoğan’a ait.
Kendisi aynı ağız ile yürütme yetkisini de kullanıyor ki bunu kullanırken denetlenemiyor olması dışında bir sorun yok.
Yargı yetkisi de bu genel kural çerçevesinde bağımsız mahkemeler tarafından kullanılıyor diye varsayıyoruz.
Anayasa'da bu yetki devri şöyle gerçekleşmiş: “Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Onun için açıklanan her kararda mahkemenin, “Türk milleti adına karar verdiği” belirtiliyor.
AKP'nin 2011’de Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu anayasa taslağında “yargı yetkisinden” değil, “yargı görevinden” söz ediliyor.
Önerdikleri Anayasa maddesi şöyle: “Yargı görevi, bağımsız ve tarafsız mahkemelerce yerine getirilir.”
Ayrıca mahkemelerin “Türk milleti adına karar vermesinden” de söz edilmiyor.
Kolayca anlaşılacağı gibi "görev" ile "yetki" arasında ciddi bir fark var.
AKP'nin o tarihteki taslağında, Anayasa Mahkemesi kararlarının herkesi bağlayacağı ile ilgili hüküm de yok.
O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için anayasa tartışması ertelendi ancak daha sonra siyasetin dar hesaplarıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen, benzerine bir başka demokraside rastlanamayacak acayip bir sisteme geçtik.
Mahkemelerin kararları ortada. Hakimlerin özlük haklarını yöneten HSK’nın nasıl seçildiği de…
Son HSK seçiminde Anayasa, AKP-MHP ittifakı tarafından hepimizin gözü önünde delindi, hükümleri görmezden gelindi.
Cumhurbaşkanı HSK üyelerini kendi elleriyle bizzat seçiyor.
Onlar da Erdoğan’ın beğenmediği kararları veren hakimlerin görev yerlerini değiştirebiliyor, meslekten menetmeye varan cezalar verebiliyorlar.
Erdoğan ve AKP yetkilileri, aradan geçen bunca zaman sonra ani bir zihni küşayiş ile bu önerilerinin demokratik bir anayasada yer alamayacağını öğrendiler mi, bilmiyorum.
Bilmiyorum ama zannetmiyorum da!
Şimdi bu heyetin yapacağı “sivil anayasa” nasıl olabilir, tahmin edebiliriz.
Bu anayasada uymadıkları her şeyi anayasa dışında bırakmakla yola çıkacaklarına ve bunu da “sivilleşme” diye sunacaklarına bahse girerim.
Sivilleşme hesap verebilmek ile ilgilidir, bu heyette o yok.
Sivilleşme demokratik süreçleri herkese açık hale getirmektir ki bu heyette o da yok.
Kendisi demokrat olmayan bir heyet, nasıl “demokratik sivil anayasa” yapabilir?